Evet sevgili dostlar, bölümümüzün adı her telden serbest kürsü. Bu bölümümüzde, her türlü konuyu ( Hepsi gerçek, ilginç olaylar, bunları biliyormusunuz, günlük güncel olaylar, iş dünyası, hayat bilgisi ve kişisel gelişim, felsefe, sosyoloji, psikoloji ) türünde konuları açabilir ve paylaşıma sunabilirsiniz. Bu konuları açarken her şey sitemiz kurallarına ve formatına uygun olmalıdır, gereksiz tartışma konusu olabilecek konulardan SİYASİ-DİNİ kaçınınız lütfen. Şimdiden herkese keyifli paylaşımlar dilerim.
Cevap: Her telden serbest kürsü İnsanlık tarihi adına şimdiye kadar bildiğimiz tüm bilgileri tekrar gözden geçirmemize sebap olan Dünya’nın İlk Tapınağı Göbeklitepe’nin internet sitesine hoş geldiniz. Şanlı Urfa’ya 15 km uzaklıkta olan bu arkeolojik site üzerinde yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkan sonuç çok şaşırtıcı, Göbekli Tepe günümüzden tam 12.000 yıl önce inşa edilmiş. Arkeolojik olarak Çanak Çömlek Öncesi Neolitik A Dönemine (M.Ö 9.600 – 7.300) ait olan Göbeklitepe’de, bir tepe üzerine inşa edilmiş çok sayıda yuvarlak biçimli yapı bulundu. 1995 yılında arkeolog Prof. Klaus Schmidt tarafından Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün desteğiyle başlayan kazılar sonucu elde edilen verilere göre bu yapılar yerleşim amaçlı kullanılmamışlar. Göbeklitepe’de bulunan henüz sadece altı tanesi gün ışığına çıkarılmış, toplam 20 adet olduğu belirlenen bu üzeri açık yapıların dini amaçlı yapılmış olduğu biliniyor, yani bu yapılar dünyanın ilk tapınakları. Taş devrinden kalma bu tapınakların yapılış biçiminde ortak bir özellik göze çarpıyor, T biçiminde sütunlar ile çevrilmiş bu tapınakların merkezinde iki T biçiminde sütun karşılıklı olarak yer alıyorlar. Arkeologlar boyları 3 ila 6 metre arasında değişen bu T biçimindeki sütunların stilize edilmiş insan tasvirleri olduğunu düşünüyorlar. Bunun sebebi T biçimindeki sütunlarda görülen kol ve el tasvirleri. Ayrıca bu sütunlar üzerine işlenmiş hayvan tasvirleri ve soyut semboller var. Boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, turna ve yaban ördekleri en sık görülen hayvan tasvirleri. Taşlar üzerine kazılan bu hayvan tasvirlerinin yanında üç boyutlu kabartma şeklinde yapılan başka betimlemeler de bulundu. Bunlardan en önemlisi T biçimindeki sütunun yan tarafından aşağı doğru iner biçimde tasvir edilen aslan kabartması. Göbekitepe’nin günümüze bu denli mükemmel olarak korunmuş şekilde kalması da arkeologları şaşırtan bir diğer konu. Yapılış yılından yaklaşık bin yıl sonra onlarca ton toprak ve çakmaktaşları ile tamamıyla gömüldüğü bilinen Göbeklitepe’nin niye gömüldüğü de cevabı bilinmeyen sorular listesinde yer alıyor. Stilize edilmiş insanları tasvir eden T biçimindeki sütunların ağırlıkları 40 ila 60 ton arasında değişiyor. İlkel el aletlerinden başka bir aletin olmadığı bu dönemde sütunların nasıl taşındığı ve dikildiği arkeologlar tarafından henüz çözülemedi. İnsanlığın avcı toplayıcı döneminde yerleşim ve tarım kavramlarından çok uzak olduğu 12.000 yıl öncesinde bu yapıların nasıl tasarlandığı sorusu da henüz cevaplanmadı. Belki tüm bu sorular cevap bulduğunda insanlık tarihi yeniden yazılacak.
Cevap: Her telden serbest kürsü Caner Taslaman, ilk, orta ve lise eğitimini doğduğu şehir olan İstanbul'da bitirdi. Kimya mühendisi bir annenin ve doktor bir babanın oğlu olarak küçük yaşlardan itibaren doğa bilimleri ile ilgilendi. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde üniversite eğitimini tamamladı. Üniversite eğitimi sırasında antropoloji, din sosyolojisi, bilgi sosyolojisi gibi alanlarla ilgilendi. Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri bölümünde, Big Bang Teorisi'nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yaptığı teziyle yüksek lisans, Evrim Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yaptığı teziyle doktora derecesini kazandı. Daha sonra ise Kuantum Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yazdığı kitapla doçent oldu. Ayrıca "Küreselleşme Sürecinde Türkiye'deki İslam" çalışmasıyla ikinci doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakultesi'nde tamamladı. İlk olarak Tokyo Üniversitesi'nde daha sonra Oxford Üniversitesi'nde post doktora çalışmaları yaptı. Harvard Üniversitesi'nde ve Cambridge Üniversitesi'nde misafir akademisyen olarak bulundu. Son dönemdeki çalışmalarında ve yurtdışında bulunduğu üniversitelerde en çok odaklandığı konu modern bilim-felsefe-din ilişkisi olmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesidir. Bilim-Felsefe-Din İlişkisi, Küreselleşme ve İslam, Kuran ve Bilim, Din Felsefesi, Bilim Felsefesi, Fizik Felsefesi ve Biyoloji Felsefesi en çok ilgilendiği alanlardır İlgi ile okuyacağınız konular pdf formatında sizlele buluşuyor. http://www.canertaslaman.com/
Cevap: Her telden serbest kürsü Bilinmeyen gerçekler bir bir su üstüne çıkmaya başladıkça insalık tarihi her seferinde değişiyor.! Halen Mısır Piramitlerini çözemeyen İnsanoğlu, bakalım bunu nasıl çözecek. Paylaşım için teşekkürler Aytaç abim.
Cevap: Her telden serbest kürsü Bunda şaşılacak bir şey yok. Kuran'da bu konulara dolaylı olarak değiniliyor. Üstelik geçmiş medeniyetlerin bizlerden daha fazla teknolojiye sahip oldu Kuran'da açıklanıyor. Tam bana göre bir konu açtın... Tüm bilgilerimi burada paylalacağım. Yarın kuantum teorisi ve Tanrı parçacığı yer alacak Kur'an-ı Kerim'de anlatılıyor Kuranı Kerim'de dünyanın çok eski geçmiş*leri olduğu, dolaylı da olsa belirtilir: "Önceki kavimlerin sayısını Allah'tan başkası bilemez" (İbrahim suresi-14, ayet:9). Bir yoruma göre bu ayet ile insanoğlunun yeryüzündeki mil*yonlarca yıllık geçmişi anlatılır. Kuranı Kerim'in yaklaşık 60 ayetinde yok edilen uygarlıkların öyküsünden sözedilir. Bunların en ilginçlerinden biri şöyledir: "Görmediler mi onlardan önce nice nesiller yok ettik. Hem onlara onlara size vermediğimiz şeyleri vermiştik ve göğü de üzerlerine bol bol boşaltmıştık. Fakat günahlarından ötürü onları helak ettik ve onla*rın peşinden başka bir nesil yarattık." (Enam Suresi-6, ayet: 6).
Cevap: Her telden serbest kürsü Çok doğru, hatta en doğru yerden cevap vermişsin abim, ancak maalesef halen Kur-anı Kerimi bilmeyen ve ALLAH ın varlığını kabul etmeyen o kadar çok insan.! var ki. Şükürler olsun ki, bizler görmeden de inandık, inanmayanlara da nasip olsun.
Cevap: Her telden serbest kürsü İsmail , Bizim inanan kişiye de inanmayan kişiye de saygı göstermemiz gerekiyor. Allah her iki grubada rızkını veriyor değil mi ? Aklıma bir hikaye geldi... Hz. İbrahim Peygamber misafirsiz pek oturmazmış sofraya.. Ne vakit yemek yiyecek olsa birisi olsun, bir kaşık daha konsun istermiş.. Bir gün akşam vakti sofra hazırlanmış, kimsecikler yok, bekliyor bir misafir gelse de yemek yesek. Yine gelen giden yok, çıkmış hani birini bulabilir miyim diye. Bakmış ihtiyar bir adamcağız, 70-80 yaşlarında. Onu davet etmiş; "Baba gel, beraber yemek yiyelim" demiş. Oturmuşlar sofraya, ihtiyar kaşığını uzatmış, tam alırken besmele çekmediğini farketmiş Hz. İbrahim. "Baba, besmele çekmedin, Allah'ın adıyla niye başmaladın" deyince; "Evlat, ben mecusiyim" diyor, "Ateşe tapanlardanım." O zaman Hz. İbrahim biraz müteessir olmuş, "Kusura bakmayın" demiş, "Ben bu yemeği sizinle paylaşamam, biz hanif dinindeniz, ben sizi yolcu edeyim." diyerek nazikçe uğurlamış ihtiyarı. Cenab-ı Hak o zaman Cebrail Aleyhisselam'ı gönderip Hz. İbrahime diyor ki; "Ne yaptın sen, o benim kulum" diyor, "onu Ben yarattım. Bana inanmadığını bile bile 80 yıldır ona rızık verdim, ekmek verdim, aş verdim, sağlık verdim, sıhhat verdim, evlat verdim, torun torba verdim. Ama sen bir lokma ekmeği çok gördün." Cebab-ı Hak öyle deyince Hz. İbrahim koşmuş ihtiyarı aramaya, bulmuş, "Baba, durum böyle böyle.." İhtiyar şaşırmış, "Evlat o nasıl bir dindir ki; Allah benim gibi bir ihtiyar yüzünden peygamberini azarlıyor, ikaz ediyor. Ne güzel bir dindir. Nasıl girilir sizin dininize?" deyip oracıkta müslüman olmuş
Cevap: Her telden serbest kürsü KURAN'DAKİ ZULKARNEYN Okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap.... http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=568007&sa=130098552 İlahiyatçı yazar İskender Türe'den ilginç iddia İlahiyatçı yazar İskender Türe'nin, ‘Kuran’da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan-Zülkarneyn' isimli kitabı, İslam'da yeni açılımlar ve tartışmalar yaratmaya aday. İslami çevrelerde, bir tür ‘İslami bilimkurgu’ olarak da yorumlanan kitapta, Kuran'daki ‘Zülkarneyn ayetleri’ ile ilgili ilginç yorumlar yer alıyor. Zülkarneyn, yaptığı ‘seyahatler’ ile Kuran'ın en çok merak uyandıran konularından birisi. Üstelik bunlar, galaktik seyahatler. Kuran'da Zülkarneyn'in güneşin battığı, güneşin doğduğu yerlere ve ‘‘Süddeyn/Seddeyn (iki bulutsu)’’ arasındaki iki gezegenden birine gittiği yer alıyor. MELEK Mİ KRAL MI? Merak edilen konulardan birisi de Zülkarneyn'in ne olduğu. Çünkü Zülkarneyn'in bir peygamber mi, bir veli mi, bir melek ya da kral mı olduğu da belli değil. Fakat Türe'ye göre Zülkarneyn'in kim olduğu çok önemli değil. Çünkü Kuran'daki ayetlerde Zülkarneyn'in kimliği değil, yaptığı seyahatler anlatılıyor. TEPKİ DE YOK, ELEŞTİRİ DE Kitabın en ilginç yönlerinden birisi de, şu ana kadar hakkında ‘‘olumsuz’’ bir görüşe, tepkiye neden olmaması. Yaşar Nuri Öztürk'ün Zaman Gazetesi pazar ekinde de dün tanıtılan kitapla ilgili görüşü, ‘‘Bu kitap boş değil’’ şeklinde. Yine Zaman'da Aydoğan Vatandaş'ın kaleme aldığı yazıda, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Ali Bulaç, Doç. Dr. Abdülaziz Bayındır'ın kitabı başarılı bulduğu da vurgulanıyor. ZÜLKARNEYN İNTERNET'TE İnternet'te de Zülkarneyn'e ayrı bir yer veriliyor. İnternet'de yer alan ve gerek Kuran'dan, gerekse bazı panellerden aktarılan görüşlerde çoğu kez Zülkarneyn, Hz. Zülkarneyn olarak anılıyor. Ayetlerde Zülkarneyn'e Allah tarafından verilen ‘Sebep’ ile ilgili yorumlar da çarpıcı. ‘Sebep’ Arapça'da, ‘‘Hurma ağacına çıkmaya yarayan ip...’’ Türe, ayetlerde ‘sebep’ sözcüğünün ‘‘göğe çıkmaya vasıta şey’’ manasında kullanıldığını ifade ediyor. İnternet'teki bilgiler arasında, Zülkarneyn'in ‘‘belki de Hz. İbrahim zamanında yaşadığı ve Hz. Hızır'dan ders aldığı’’ da yer alıyor. Uzaylı Yecüc-Mecüc'ler Hz. Muhammed, Yecüc ve Mecüc'leri ‘‘kıyamet alametlerinden biri olarak’’ tanımlıyor. Bu kavimler Hz. Nuh'un Yafes isimli oğlunun soyundan. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısa. Her birinin bin çocuğu oluyor. İslami inanca göre kıyamete yakın bir zamanda ‘‘Yecüc-Mecüc’’ler Zülkarneyn'in yaptığı seddi delip dünyaya yayılacak. Enbiya Suresi'nin 96. Ayeti de, hadisler de Yecüc-Mecüc kavminin kıyamete yakın dünyaya saldıracağı uyarısını içeriyor. Gezegenin Yecüc'lerle başı belada Zülkarneyn'in seyahatlerin öyküsü çok ilginç. Özellikle ‘‘iki bulutsunun arasında yer alan iki gezegenden birine’’ yaptığı seyahat. Zülkarneyn gittiği gezegende ‘‘Yecüc-Mecüc’’ler ile ilgili yoğun şikayetlerle karşılaşıyor. Gezegende yaşayanlar sürekli ‘‘Yecüc-Mecüc' denilen yaratıkların saldırısına uğradıklarını anlatıyorlar. Zülkarneyn gittiği gezegenle, ‘‘Yecüc-Mecüc’’lerin yaşadığı gezegen arasına gazlardan oluşan bir set çekiyor. Buradan İslami inanca döndüğümüzde, çok ilginç bir bağlantı çıkıyor ortaya. İslami inanca göre kıyamete yakın bir zamanda ‘‘Yecüc-Mecüc’’ler, Zülkarneyn'in yaptığı seddi delip dünyaya yayılacak. Enbiya Suresi'nin 96. Ayeti de, hadisler de Yecüc-Mecüc kavminin kıyamete yakın dünyaya saldıracağı uyarısını içeriyor. GAZDAN SET UZAYDA İskender Türe'nin kitabı ise bu konuda, bilinenden çok farklı bir yorumla noktalanıyor: ‘‘Yecüc-Mecüc denilen yaratıklar ve onlarla insanlar arasına çekilen set, dünyada değil uzayın derinliklerinde aranmalıdır.’’ Zülkarneyn ayetlerine göre Yecüc-Mecüc'ün yaşadığı yer iki nebula arasında. Bu gezegenin üst katmanlarında metan, hidrojen gibi yanıcı gazlardan oluşan bir tabaka var.
Takyon Evren Modeli Takyon ışık hızından milyonlarca daha hızlı hareket eden, eksi kütleli, diğer adıyla soyut kütleli bir anti maddedir. Soyut kütle enerjisidir. Kütlenin eksi değeri olabilir mi diye düşünebilirsiniz . Mesela eksi 10kg ağırlık olur mu? Fiziki olarak olmaz, fakat matematik yönünden olur. Bunu daha iyi anlatabilmek için matematikteki (i) sanal sayısını örnek gösterebiliriz. Zaten eksi kütle, yani soyut kütle düşüncesi de (i) sanal sayısı kavramından doğmuştur. Sanal sayı bilindiği gibi bir sayının karesi -1 olan hayali bir sayıdır. Yani i²= -1 , buradan da i= √-1 olarak ifade edilir. Nasıl ki; bu sanal sayının bulunması ile yüksek matematikte bir çok problem daha rahat çözülmüş, logaritma gelişmiş ise Takyonların bulunması ile de evrenle ilgili yeni matematik modeller geliştirilmiştir. Eksi kütle veya soyut kütle kavramına Einstein'ın izafiyet teorisinden yola çıkarak bir açıklama getirebiliriz. Bilindiği üzere izafiyet teorisine göre; E= m.c²'dir. Burada E= Enerji, M= Kütle,C= Işık hızı=300.000 km/sn.'dir. Yine bu formülden kütlenin formülü, E = m.c²‘dir. Genel formül bu olmakla beraber, uzaya fırlatılan veya uzayda hareket eden bir cismin veya parçacığın enerjisi ve kütlesi o cismin hareket halindeki hızıyla orantılı olarak değişir. Bu durumu ifade eden formüle göre; Bu formüllerde de; E = Enerji , M = Kütle , C = Işık hızı , V = Cismin uzaydaki hareket hızıdır. Formüllerin incelenmesinden görüleceği üzere cismin hızı ışık hızına ulaştığı zaman kare kökün içi sıfır olduğunda enerji sonsuz , kütle ise sıfır olur. Yani madde yok olur ve enerjiye dönüşür. Eğer cismin hızı ışık hızından daha büyük olursa o zaman kare kökün içi eksi olur. Eksi sayılarda kare kök dışına çıkamayacağına göre, ancak kare kök dışına sanal sayı olarak çıkar. Bu sonuca göre de, kütle sanal (soyut) kütle olur. Böylece izafiyet teorisi hesaplamasına göre soyut kütlenin yani eksi değerindeki kütlenin varlığı ispatlanmış olur. Bunun anlamı herhangi bir cisim veya parçacık ışık hızından daha yüksek bir hızda hareket ediyorsa, bu cisim veya parçacık soyut (eksi) kütleye sahip demektir. Her ne kadar matematik yoluyla bu soyut kütleyi hesaplayabiliyorsak da, bizim bildiğimiz ve kullandığımız ölçü aletleriyle bunları ölçemeyiz, tartamayız ve göremeyiz. Bunlar matematik olarak varlar, fakat fiziken yoklar. Kabaca bizim aynadaki görüntülerimiz gibidirler. Keza aynadaki görüntülerimizi de fiziki olarak değerlendiremeyiz. Işık hızı Takyonlar ve madde arasında bir sınırdır. Işık hızında madde yok olmakta, enerji de sonsuz olmaktadır. Takyon ise ışık hızından sonra var olmaktadır. Takyonlar dünyasında yasalar, bizim boyutumuzun tersidir. Takyonlar ittikçe yavaşlayan ve hızlandırmaya çalıştıkça hareketsizleşen bir yapıya sahiptirler. Tüm davranışları kütlenin tersidir. Takyonlar dünyasında, termodinamik yasaları tersine çalışır. Orada ısı hiç tükenmez ve tüketilmez. Yani Takyonlar enerjinin kendisini üretir. Eğer bizim enerjimiz 1 iken tüketmeye başlarsak tükettikçe ½, ¼ vs. diye küçülerek sonunda sıfır olur. Takyon Enerjisi ise; 1, 2, 3, 4 ..... diye katlanarak sonsuza büyür. Şimdilik Takyonlar tamamen teorik parçacıklardır ve matematik olarak teoride varlardır. Fakat şuana kadar bunları gözlemleme başarılamamıştır. Ancak şurası iyi bilinmelidir ki, özellikle evrende bir şeyin varlığı matematik olarak hesaplanmışsa o şey eninde sonunda gözlemlenmiştir. Çünkü evrenin esası matematiğe dayalıdır. İçinde yaşadığımız dört boyutlu (zaman dahil) evrenimizin yapı taşları nasıl atomlar ise, diğer boyutların yapı taşları da Takyonlardır. İngiliz astrofizik uzmanı halen tekerlekli bir sandalyeye mahkum yaşamını sürdüren Prof. Stephen Hawking'in "Her Şeyin Teorisi" diğer kısa adıyla M (magic, mysterios, mother) teorisine göre geliştirdiği matematik modellere göre evrende 11 boyut bulunmaktadır. S. Hawking'e göre, büyük patlamadan sonra en - genişlik ve yükseklikten ibaret 3 adet uzaysal boyut ile 1 adet zaman boyutu makro seviyede açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Biz bu boyutu algılıyor ve içinde yaşıyoruz. Diğer 7 boyut ise kendi içine büzülüp mikro seviyede, yani sicim seviyesinde gonca gibi sarılı kaldı. Bu gonca şeklinde sarılı 7 boyutlu yumaklar tüm evrenin her tarafına yayıldı. Mistik anlayışa göre; melekler, ruhlar, cinler şeklinde ifade edilen varlıklarda, bu 7 boyutlu evrenler içinde yaşıyor ve hareket ediyorlar. Atomlar bizim yapı taşlarımızı oluşturuyor ise Takyonlarda bu varlıkların yapı taşlarını oluşturuyorlar. Bu konularda artık mistik düşünürler ile S. Hawking gibi bilim adamları da son yıllarda benzer konularda fikir birliği içerisinde görünüyorlar. S. Hawking "Ceviz Kabuğundaki Evren" adlı kitabında açıkladığı gibi daha da ileri gidiyor ve "Tüm uzayda sonsuz sayıda eşiz (benzer) evrenler vardır" diyor. Bu evrenlerin varlığını ilk iddia eden Albert Einstein'dir. Einstein'nın Genel Görelilik kuralına göre, uzayda paralel evrenler vardır. Bu paralel evrenler birbirlerine değmeden, sonsuz tabakalar halinde, bir kitabın sayfaları gibi üst üste dizilirler. Bu evrenler birbirine kara delikler aracılığı ile Einstein - Rosen Köprüsü ve diğer adıyla Solucan Delikleri denen çift huni şeklindeki bir tünelle bağlanmaktadırlar. Huni ağızlarının açıldığı iki ayrı evren birbirlerine paralel olup, tamamen farklı boyutlardandırlar. (Dünya yaşamı, ahiret yaşamı gibi) S. Hawking'e göre, bu evrenlerde diğer 7 boyuttan olan bizim eşizlerimiz bulunmaktadır. Bu eşizlerimiz gölge insanlar olarak nitelendiriliyor. Tıpkı bizim aynadaki yansımamız gibi. S. Hawking'in ifade ettiği üzere, biz o evrenlerde yaşayanları göremiyoruz. Fakat o paralel evrenlerde yaşayan bizim eşizlerimiz; bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkiliyorlar. Bizim bu evrende yaptıklarımızın aynısını yapıyorlar. Biz bir kitap okuyorsak, onlarda aynı kitabı okuyorlar. Ortada bir neden yokken bazı şeyleri önceden sezinlememiz, ani korkularımız, hayallerimiz, bir insanı çok önceden tanıyor gibi bir hisse kapılmamız, ani aşklarımız, ön sezilerimiz ve benzeri şeylerin hepsi bir parapsikolojik olay olmayıp, paralel evrende bizim eşizlerimizin yaşadığı olayların beynimiz kanalıyla hissedilmesidir. "Mantıksal olarak beynimizde hiçbir şey bir bütünden bağımsız olarak gerçekleşmemektedir," diyor S. Hawking Teorisi. Bütün bunlar çılgınca gelse de hepside matematik hesapların sonucudur. Görülebilen evrenimizin dışında iç içe geçmiş ve tanışmadığımız eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen çok sayıda evren vardır. Takyonlar bizim dışımızdaki bu evrenlerin yapı taşları ve enerjileridir. Takyonlar Oresta Myron Bilaniuk'un başkanlığını yaptığı bir grup tarafından ilk defa 1940'larda bulundu. Yunanca çok hızlı anlamındaki Tacityon kelimesinden esinlenerek adını Tachyon koydular. Aslında Arapçadaki hayal manasındaki TaHayyül ile aynı kökten gelmektedir. Bilindiği gibi dünyadan, bir yıldızdan veya herhangi bir gezegenden fırlatılan veya fırlayan bir maddenin veya nesnenin o gezegenden veya ortamdan uzaklaşabilmesi için, o nesnenin hızının kaçış hızı denen bir hızdan büyük olması gerekir. Kaçış hızının değeri o gezegenin veya yıldızın kütlesi ile alakalıdır. Mesela dünyadan atılan bir top mermisi belli bir yüksekliğe çıktıktan sonra, dünyanın yer çekimi gücünün etkisi ile tekrar yere düşer. Çünkü merminin atılış hızı dünyanın kaçış hızından daha düşüktür. Ama güneşten gelen ışık güneşten uzaklaşabilmektedir. Çünkü bu ışığın hızı güneşin kaçış hızından büyüktür. Dünyanın kaçış hızı 12km/sn, güneşin kaçış hızı 618km/sn ve ışığın hızı 300.000km/sn'dir. Bu nedenle de ışık güneşten kurtulabilmektedir. Kara delikler çok büyük yoğunlukta olduğu ve bunların kaçış hızları, ışık hızından çok daha yüksek olduğu için kara deliklerden ışık bile kaçamamaktadır. Fakat Takyonların hızları ışık hızından milyonlarca daha büyük olduğundan ve kara deliklerin kaçış hızından da büyük olmaları nedeni ile bunlar pekala kara deliklere bağlı diğer evrenden bizim evrenimize geçebilmektedirler. Dolayısıyla onların bizi etkilemesi doğaldır. Bizim ise onların evrenine yaşamımız boyunca ulaşma imkanımız yoktur. Burada bazı okurlarımın hoşuna gitmese bile yine Kuran'a dönmek zorundayım. Çünkü Takyonların gerçek hızını günümüzden yaklaşık 1400 sene önce indirilmeye başlanmış olan Kuran'dan hesaplayabileceğiz. Bunun dışında net bir bulgu yok, bu da Kuran'ın başka bir mucizesi. MEARİC SURESİ (70/79) Ayet - 4 Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl olan, bir günde yükselirler O'na. Bu ayette ifade edilenin matematik olarak açıklamasını yaparsak; Bu ayet meleklerin ve ruhların 50.000 dünya yılına karşılık gelen bir melek ve ruh gününde Allah katına ulaştığını söylemektedir. Bu hesaplamayı ışık hızı 300.000 km/sn. ‘ye göre yaparsak; a) 50.000 / ışık yılı = 50.000 x 365 x 24 x 3.600 x 300.000 = 47.304 x 1013 km. b) 1 ışık günü = 24 x 3.600 x 300.000 = 2.592 x 107 km. a / b = 47.304 x 1013 / 2.592 x 107 = 18.250.000 Başberi belirttiğimiz gibi, Takyonlar başka boyutları yani melekleri, ruhları,ve benzer varlıkları ifade ettiğine göre Kuran bazında Takyonların hızı ışık hızından 18.250.000 defa daha büyüktür. Burada Kuran ve bilim aynı noktada buluşmaktadır. Böylece bizim evrensel boyutumuz ile diğer boyutlar arasındaki enerji ve hız faktörlerindeki farklılıklar açıkça görülmektedir. Adına atom dediğimiz, titreşen manyetik enerji paketlerinden ibaret olan bizler, tüm diğer canlılar ve cansızlar üzerinde barındığımız Dünya ve içinde bulunduğumuz 3+1 boyutlu evrenimizde sanki birilerinin gözetimindeymişiz gibi belli limitler içinde yaşamaktayız. Beyinlerimiz, görme yeteneğimiz ve diğer duyularımız belli bir kapasitede görev yapmaktadır. Halen beyin kapasitemizin %10'dan azını kullanabiliyor, evrende var olanların çok azını görebiliyoruz. Görebildiklerimiz sadece güneş ışınlarının oluşturduğu 400nm. (nanometre) ile 700nm. arasındaki dalga boylarına isabet eden renklerdir. Evrendeki diğer dalga boyları ile mukayese edersek, gördüklerimiz göremediklerimizin yanında çok ufak bir alana denk gelmektedir. Biz bir renk körü sayılırız. 100nm ile 400nm dalga boylarını görebilen arılar ve diğer bazı canlıların görme yetenekleri bizden çok daha iyidir. Beyinlerimizin çok düşük kapasitede çalışması nedeni ile de geleceğe yönelik algılamada pek çok canlıdan daha gerideyiz. Nasıl arılar bizim görmediğimiz bazı şeyleri ve renkleri rahat görebiliyorlarsa, bazı köpekler ve çeşitli hayvanlarda bizim önceden algılayamadığımız şeyleri algılamaktadırlar. Balinalar, göçmen kuşlar, sivri sinekler ve diğer bazı kanatlı ve kanatsız canlılar dünyadaki manyetik enerjiyi ve manyetik alanları bizden çok daha iyi, hatta bizim halen sırlarını çözemediğimiz bir şekilde kullanmaktadırlar. Teknolojimiz ne kadar gelişirse gelişsin hareket kabiliyetimize getirilen limiti aşma şansımız yok. Einstein'in görelilik yasalarına göre, en gelişmiş teknolojik araçlarla bile 300.000km/sn.'lik ışık hızını aşamayız. Çünkü o noktadan sonra atomlardan oluşan madde olan bizler ve en yüksek teknolojilerle üreteceğimiz araçlarımız yok olup enerjiye dönüşüyoruz. Daha burada saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok sınırlamalar ve diğer canlılar ile olan çeşitli farklılıklar içinde yaşamımızı sürdürüyoruz. İçinde yaşadığımız 3+1 boyutlu evrende tüm varlıkların en güçlüsü, en hakimi, en kudretlisi diye tarif edilen bizler hakikaten öyle miyiz? Cidden sanıldığı kadar büyük bir güç ve yeteneğe sahip miyiz? Yoksa dünya denen şu gezende sınırları, birileri tarafından çizilmiş tel çit benzeri yarı kapalı bir alanda yaşamaya mahkum edilmiş, sınırları çizenlere göre soyut (hayali) varlıklar mıyız? Bir nevi açık hava hapishanelerinde geniş bir alanda belli kurallara göre yaşamaya mahkum edilmiş kişiler miyiz? Yahut da Prof. David Bohm, Prof. Karl H. Pribram ve Prof. Stephen Hawking'in dediği gibi "başka boyutlardan, uzay ve zamanın ötesindeki daha derin bir var oluş düzenince yönetilen hologramın parçaları mıyız?" Cidden, birer hayal miyiz? veya Prof. S. Hawking'in geliştirdiği, fakat halen sonuçlandıramadığı M teorisine göre, başka boyutlarda var olduğu söylenen eşizlerimizin çok az yetkilerle sınırlandırılmış kopyaları mıyız? Bunların hepsini ancak bizi yaratan bilir.
Cevap: Her telden serbest kürsü Sevgili dostlar öncelikle böyle bir açmış oldugunuzdan ötü çok teşekkür ederim. Hazır söz mukaddes kitabımızdan söz açılmışken. Yıllar önce (1968 de)ben Fatih Dıraman'daki Fatih Özel Erkek Kollejinde ( o zamanlar daha okulumuz Fettullah gurubuna geçmemişti) orta 2 okurken Fizik- Kimya hocamızın İTU' de okudugu yıllarda o zamanın en ünlü atom alimlerinden biri konferans için İstanbula İTU ye gelir konferans bitiminde bir gurup ögrenci bilim adamını soru yagmuruna tutarlar. Sorulardan biride hiç yoktan varlıgı belli olmayan bir araştırma konusunu nasıl buluyorsunuz? Bu baskılara dayanamıyan bilim adamı aynen şu cevabı verir BEN VE BENİM GİBİ BİLİM ADAMLARININ HER ZAMAN MÜRACAT ETTİKLERİ VE HER AN YANLARINDA BULUNDURDUKLARI BÜYÜK KİTAPTAN DER. Bu sefer ögrenciler daha çok merak ederler ve israrla büyük kitabı sorarlar. Bilim adamının cevabı aynen şöyle SİZ MÜSLÜMANLARIN SADECE OKUYUP AMA NELER ANLATIDIĞINI ANLAMADAN OKUDUGUNUZ KURANI KERİMDer ve tabiki herkeste büyük şaşkınlık o zaman benimde yaşadıgım gibi. Malesef bizler daha hala yaradanımızın bizlere bahşettigi elimizdeki bu engin yol gösterici kitabimizi anlamaya çalışmıyoruz.
Cevap: Her telden serbest kürsü Konuya böylesi güzel bir örnekle katkıda bulunduğun için yürekten teşekkür ederim Hasan abim, sağolasın.Alkış
Cevap: Her telden serbest kürsü Hasan bey , Öyle güzel konuyu özetlediniz ki , tebrik ederim. Kuranı Kerim'de ilk inen ayet : Alak suresidir. Bakalım yüce rabbimiz bize ilk emir olarak neyi veriyor. Bismillahirrahmânirrahîm Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. Yüce rabbimiz bize okumayı ve bilgilerimizi kalemle (Bugün mail , sosyal paylaşım siteleri kitap, vb..) yazmamızı emrediyor. Elin adamı bir buluş yapıyor , aaa bu Kuran'da geçiyordu deniliyor. Kuran-ı Kerim bir bilim kitabıdır. İçinde sosyal yaşamları , allaki ve tarihi bilgileri içerir. Şimdi yazacaklarım bazı inananları kızdıracak ama yazmak zorundayım. Bugün birçok din bilgini geçinen cemaatler var. Allah (CC) yarattığı kulun ne ölçüde kendisini bileceğini bilmez mi ? " Kuran'da " Bu kitapta yaş - kuru hiçbir şeyi eksik bırakmadık" diyor. Herkes kendi kafasına göre ayet yorumlarsa Allah adına yalan söylemiş olur. Her şeyin doğrusunu bilen Allah'tır. Benim görüşümü göre (Kimse inanmak zorunda değildir.) Tarihde yazılan hurafe bilgilerle İslam dini oluşturulmaktadır. Doğru bildiğimiz , yanlış bilgiler din adına yapılmaktadır. Bunlara bir örnek vermek gerekirse : Hadisler konusudur ! İnsanları aldatmanın en kolay yolu din üzerinden yapılmıştır. Cemaat veya tarikatlar bunlara çanak tutmuştur. Şimdi hiç doğru söyleyen cemaat veya tarikat liderleri yok mu ? diye soru aklımıza gelebilir. Valla dostlar Kuran merkezli bir din anlayışı olmayan her türlü cemaat ve tarikat bence şirk önderidir. Yazacaklarım çok fazla ama burası yeri değil diye düşünüyorum... Saygılar
Cevap: Her telden serbest kürsü Dostlarım , Biraz önce İsmail'le telefonla konuştum. Çok güzel bir konu başlığı açtığını ilettim. Sakın yanlış anlamayın !!! Burada kimsenin inancını tartışmıyoruz. Üstelik bir konuda itirafda bulunmak zorundayım. Bugün evimde Süleymaniye kütüphanesi ile yarışacak kitap ve eserler vardır. Güncel gizemli konuları takip ederim. Yeni çıkan kitapları okurum. Ama ne fayda içinizde en fazla bilgiye ve kitaplara sahip olabilirim. Ancak en günahkar kul benim. Allahın emirleri yapmamakla en günahkar kul benim. Şunu da bilmenisi isterim. Çok bilgiden de sorumluyuz. Eğer çok biliyorsan , insanlık adına örnek olman gerekir. Bu bende yok. Onun için yazdıklarım için bana alınganlık göstermeyin. Belki Allah adına işlediğimiz günahlar af olur ama kul hakkı asla ... Not: Bazı kişiler bu kul hakkını ağzına sakız yapmışlar. Onları dikkate almayınız....
Deccal geliyor mu ? Kıyametten önceki son dönem olan Ahir Zaman'da Mesih Deccal’in ortaya çıkıp insanları din ahlakından uzaklaştıracağı, yeryüzünde büyük kargaşaya ve zulme neden olacağı pek çok güvenilir hadisle bildirilmiştir. Mesih Deccal, insanları kendi sistemine inandırmak için karışıklığı ve katliamları olması gereken bir gelişme gibi göstermekte ve bu uğurda, hiç bir günahı olmayan suçsuz çocukların dahi öldürülmesini teşvik etmektedir. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Allah Hz. Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır.” 1 sözleriyle Deccal’in fitnesinin büyüklüğüne dikkat çekmiş ve tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Bir başka hadiste ise “Allah’ın gönderdiği her peygamber ümmetini Deccal ile uyardı” 2 sözleriyle Deccal’in fitnesinin yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlar için büyük bir tehlike olduğuna işaret edilmiştir. Peygamberimiz (sav)’in, hadislerinde Deccal’in çıkış alametleri olduğunu bildirdiği olayların birbiri ardınca gerçekleşmiş olmasından ise, Mesih Deccal’in ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Dünya üzerinde yaşanan pek çok olay, Peygamberimiz (sav)’in ve İslam alimlerinin, Mesih Deccal’in ortaya çıkacağı tarih ve yapacağı faaliyetler hakkında verdikleri bilgilerle tam olarak mutabıktır. Büyük İslam alimi Said Nursi “...Deccal, büyük bir baskı ve büyük bir zulüm ve büyük bir şiddet ve dehşet ile hak ettiklerinden büyük bir iktidar görünür.”3 (Şualar 469) sözleriyle Deccal’in gücünün ve iktidarının şiddete ve baskıya dayalı olduğunu bildirmektedir. Son zamanlarda yeryüzünde artan şiddet, anarşi ve kargaşa, katliamlar ve işkenceler, devlet ve örgüt terörleri ise Deccal’in faaliyet halinde olduğunu ve tüm bunları yönettiğini göstermektedir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Deccal’in insanları iyilikten uzaklaştırabilmek için her yola başvuracağı, çeşitli hile ve aldatmacalarla geniş kitleleri etkisi altına alacağı bildirilmektedir. Deccal’in bu yolla insanları kendi idealleri doğrultusunda istediği gibi yönlendireceği “Deccal’in tabileri (ona uyanlar) çoktur. Kendisine birçok kimse iltihak eder (katılır).” 4 hadisiyle haber verilmiştir. Deccal bu amacına ulaşabilmek için inkarı benimseyen kitleler kadar iman sahibi insanları da aldatmaya çalışacaktır. Deccal’in, verdiği telkinler ve kullandığı taktiklerle bir kısım zayıf imanlı insanları kandırmayı başaracağı ve bu yolla çevresine taraftar toplayacağı hadislerde şöyle bildirilmektedir: Her kim Deccal’in çıktığını işitirse ondan uzaklaşsın. Allah’a yemin olsun ki kişi kendini mümin zannederek (kendine güven içerisinde) onun yanına gider ve Deccal’in şüphelendirmesiyle onu takip eder.5 Deccal’in çıktığını işittiğinizde ondan kaçınız. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gelir, fakat ona tabi olup kalır. Zira Deccal ile beraber kalpleri vesveselendiren çok şeyler vardır.6 Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in bu amaçla üç İlahi dinin mensupları olan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlara farklı metodlarla yaklaşacağı ve onları birbirlerine düşürerek yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışacağına işaret edilmektedir. Hadislerde Deccal’in bu fitnesi sonucunda yeryüzününün büyük bir savaş alanına döneceği, kan dökmenin, ölümlerin alabildiğine artacağı bildirilmekte; Deccal’in hedef almayacağı hiçbir yer kalmayacağı haber verilmektedir: ... (O sırada) fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar birbirlerini öldürürler. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda ... mel’un (lanetlenmiş) Deccal... çıkar...7 .... (Deccal) kayalık bir mevkiden çıkacaktır da, sağ tarafa ve sol tarafa (yani her tarafa ordular göndermek suretiyle) en süratli şekilde şiddetli fesatlar yapacaktır.8 Hiçbir belde yoktur ki onu Deccal orduları çiğnemeyecek olsun.9 Deccal anarşi, terör, şiddet, savaş ve kan dökmeyi kendince makul gösterebilmek için bazı inananları da, bu felaketlerin ahir zamanda mutlaka yaşanması gerektiği yalanıyla aldatmaya çalışır. Deccal’in bu oyununa göre, ahir zamanda beklenen müjdeli gelişmelerin gerçekleşebilmesi için, bunun öncesinde medeniyetlerin birbirine düşman olup yeryüzünde büyük bir savaş yaşanması gerekmektedir. Bu yanılgıya göre ahir zamanda gelmesi beklenen Mesih’in ortaya çıkışından önce Yahudilerin ve onlara destek olan bir kısım Hıristiyanların bir yanda, Müslümanların ve Katoliklerin ise diğer tarafta yer aldığı “Armagedon” adı verilen büyük bir savaş yaşanmalıdır. Deccal’in telkinlerine göre “yedi yıl sürecek bir felaket döneminin yaşanması; bu dönemde Yahudilerin ve diğer iman edenlerin zulüm görmesi; ve Armagedon savaşıyla birlikte Yahudilerin üçte ikisinin ölmesi ve İsrail topraklarının harap olması” gerekmektedir. Deccal, kutsal metinler üzerinde yaptığı aslı olmayan birtakım mecazi yorumlarla Hıristiyanları ve Yahudileri Mesih’in ancak tüm bu şartlar oluştuğunda yeryüzüne geleceğine inandırmaya çalışmaktadır. Deccal’in Hıristiyanlara telkin ettiği bu inanca göre, Hz. İsa’nın önderliğinde bu savaşı kazanacak olan Yahudiler, Hz. İsa’ya tabi olacak ve Hıristiyanlığa dönüş yapacaklardır. Deccal bazı Hıristiyan gruplarını Hz. İsa’nın gelmesi için pek çok önşart oluşması gerektiğine inandırarak büyük bir karmaşaya sürüklemeye çalışmaktadır. Oysa ki ortada karmaşık olan hiçbir şey yoktur: “Deccaliyet Allah inancının olmamasıdır. Allah inancının olması da Mesihiyettir”. Hz. İsa’nın gelişi Allah’ın bir mucizesidir. Ancak bu, öncesinde karmaşa oluşmasını gerektirecek bir konu değildir. Allah tarih boyunca elçilerini pek çok mucizelerle desteklemiştir. Allah hayatın her anında insanlara pek çok yaratılış mucizesi de göstermektedir. Evrenin mükemmel dengesi, hücredeki olağanüstü kompleks yapı, hayvanlardaki ve bitkilerdeki harikalıklar, insan vücudunun kusursuz işleyişi gibi özelliklerin her biri çok büyük birer mucizedir. Allah, iman edenlerin imanlarının pekişmesi için pek çok güzellik yaratmaktadır. Hz. İsa’nın gelişi de yine Allah’ın iman coşkusu için yarattığı bir güzellik ve bir iman hediyesidir. Allah, takdir ettiği zaman geldiğinde Hz. İsa’yı tüm insanlığa gösterecektir. Böyle bir güzelliği, pek çok önşart ile karmaşaya sürüklemenin Deccal’in şeytani planının bir parçası olduğu görülmeli ve bu tuzağa karşı dikkatli olunmalıdır. Mesih Deccal Ortadoğu’da Karmaşa İstiyor... Deccal bu yolla Hıristiyanları Hz. İsa’nın gelişine kadar, dünyada bir savaş, kargaşa ve anarşi ortamı olması gerektiğine inandırmaya çalışmaktadır. Irak savaşının da, oluşmasını bekledikleri bu kıyamet alametlerinde anahtar bir rol üstlendiği fikrini benimsetmektedir. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih’in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırmakta, bu yolla Ortadoğu’da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna etmektedir.10 Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bazı Ortadoğu ülkelerinde eğitim eksikliğinden, demokrasi kültürünün tam anlamıyla gelişmemiş olmasından kaynaklanan birtakım sorunlar yaşandığı açıktır. Ancak bu sorunların giderilmesinin yolu hiçbir zaman savaşmak ve şiddete başvurmak olmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, savaş her zaman her iki tarafa da kayıp ve yıkım getirmektedir. Nitekim Irak Savaşı’nda da olduğu gibi, pek çok Iraklı masum hayatını kaybetmekte, yakınlarını yitirmekte veya sakat kalmaktadır. Aynı şekilde bu bölgede bulunan pek çok yabancı asker de ölmektedir. Her biri eğitimli, kültürlü gençlerden oluşan bu askerlerin kaybedilmesi hem aileleri hem de ülkelerinin geleceği açısından önemli bir kayıptır. Oysa ki her iki tarafın da, hiçbir maddi ve manevi zarara ve can kaybına uğramadan çözüm elde edilmesi çok kolaydır. Allah’ın emrettiği ahlakın gereği olan sevgi, hoşgörü ve adalet anlayışı yaşanırsa her türlü sorun barışçıl yöntemlerle çözülebilecek ve kolaylıkla uzlaşı sağlanabilecektir. Ortadoğu’nun pek çok bölgesi Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar için kutsaldır. Bu beldeler zaten Hıristiyan ve Yahudilerin de atalarının topraklarıdır. Müslümanların sevip saydığı tüm peygamberler bu topraklarda yaşamış, bu beldede tebliğ yapmışlardır. Hepimiz için değerli ve kutsal olan bu topraklar çok geniştir; üç İlahi dinin mensupları da bu topraklarda dilediği gibi yerleşebilmeli, ibadetlerini özgürce yerine getirebilmeli, ticaretini yapabilmeli, huzur ve barış içinde birarada yaşayabilmelidir. Başta petrol olmak üzere bölgenin sahip olduğu yeraltı zenginlikleri de tüm halkların eşit olarak faydalanacağı şekilde değerlendirilebilir. Bunun için ise barış ve huzur ortamının olması şarttır. Bölgenin ihtiyacı toplumların sanat, tıp ve bilimsel açıdan ilerlemesi, temel insan haklarını ve bireysel hakları koruyan bir ortam oluşturulması, demokrasi anlayışının tam anlamıyla yerleşmesidir. Buna bağlı olarak ekonomik kalkınmanın sağlanması önemlidir. Ancak tüm bunlar için ayrılabilecek maddi olanakların askeri giderlere ve silahlara harcanması büyük bir kayıptır. Bunun için samimi iman edenlerin ittifak etmesi, mevcut imkanların savaşmak için değil, bu ittifakın sağlanması için kullanılması gerekmektedir. Bölgedeki bu gibi sorunlar temelde din ahlakının tam anlamıyla yaşanmamasından ve materyalizm, ateizm gibi Deccal’in desteklediği dinsiz ideolojilerin etkisinden kaynaklanmaktadır. Ancak elbetteki bu, yalnız Ortadoğu’ya has bir sorun değildir. Dünyanın pek çok bölgesinde insanların din ahlakından uzaklaşması nedeniyle ahlaki dejenarasyon, seri cinayetler ve çeşitli sapkınlıklar yaygın olarak görülmektedir. Samimi iman edenlerin, din ahlakı dışındaki söz konusu bu uygulamaların ortadan kalkması için ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir. Ancak elbette Deccal bu durumun tüm dünyada yaygınlaşmasını isteyecek, savaş ve terör ortamının sürdürülebilmesi için çeşitli taktiklerle ve sinsi planlarla ortaya çıkacaktır. Hıristiyanlar Mesih Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar Hıristiyanların ve Yahudilerin Deccal’in tüm bu tuzaklarına karşı dikkatli olmaları gerekmektedir, çünkü Deccal bunları sanki dini birer hüküm gibi göstermeye çalışacaktır. Deccal, İncil’e tabi olan samimi Hıristiyanlara oyun oynayarak, onları kendi kutsal kitaplarına muhalif olacak şekilde sapkın bir ideolojiye sürüklemeye çalışmaktadır. İncil’in öğretilerini hiçe saydırarak, kendi sapkın fikirlerini onlara doğru ve meşru göstermek istemektedir. Gerçekte ise Allah adına ortaya çıkarak hakkı batıl, batılı ise hak olarak göstererek büyük bir oyun oynamaktadır. Onları din adına, iyilik adına hareket ettiklerine inandırmakta ve Allah’ın adını kullanarak onları kötülüğe teşvik etmektedir. Kuran’da Deccal’in bu yöntemine karşı insanlar “...Aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır Suresi, 5) ayetiyle uyarılmışlardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ise Deccal’in insanlara iyiyi kötü, kötüyü ise iyi göstererek aldatacağı şöyle haber verilmiştir: “Şüphesiz beraberinde bir cennet ve bir cehennem (diye isimlendirdiği iki ırmak) bulunması da onun fitnesidir. Aslında cehennemi bir cennet olup, cenneti de bir cehennemdir.” 11 Sonra Deccal çıkacak, beraberinde bir ırmak ve bir ateş bulunacaktır. (Onu inkar edip) Ateşine düşenin sevabı vacip olacak, (ona iman edip) ırmağına düşenin ise günahı vacip olacaktır. 12 Deccal çıkar. Beraberinde su ve ateş vardır. İnsanların su olarak gördüğü yakıcı bir ateştir. İnsanların ateş olarak gördükleri de soğuk ve tatlı bir sudur...13 Deccal’in Mesih’in gelmesi için sözde kutsal kitaplara dayandırarak öne sürdüğü tüm şartlar, gerçekte Deccal’in yeryüzünde kötülüğü hakim kılabilmek için kurduğu bir tuzaktan ibarettir. Hadislerde “onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennetir” benzetmesiyle bildirildiği gibi Deccal, herşeyi tersine çevirerek, güzel iyi ve doğru olanı onlara kötü göstermeye çalışmaktadır. Deccal, Hıristiyanların karşısına hiç umulmadık bir vakitte ve hiç beklemedikleri hileli yöntemlerle çıkmıştır. Allah’ın adını kullanarak ve isteklerini kutsal nedenlere dayandırarak yaklaşması, onun gelişini çok daha farklı şartlarda bekleyen bir kısım Hıristiyanların aldanmasına sebep olmuştur. Deccal, yeryüzüne sevgi, barış ve huzurun hakim olmasını Deccallik olarak gösterip, asıl Deccaliyet olan kendi fikir sistemini ise inandıkları dinin bir gereği olarak göstererek Hıristiyanlardan da bir topluluğu etkisi altına almaya çalışmaktadır. Onlara “Hz. İsa’ya itaat edin” ya da “İncil’de böyle buyruluyor” diyerek, yaptırmak istediklerini çok makul gibi göstererek yaklaşmaktadır. Asıl hedefi ise, ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa’ya karşı mücadelesinde, istediği gibi yönlendirebileceği geniş kitleler oluşturmaktır. Bu yolla toplumları birbirine düşürerek tüm dünyayı büyük bir kaos, karmaşa, bozgun ve helaka sürüklemeyi amaçlamaktadır. Huzuru, kurtuluşu, barışı, Ortadoğu’nun huzura kavuşmasını kutsal kitaplara karşı yapılan Deccali bir hareket olarak göstermekte; kan dökülmesini, hiçbir suçu olmayan masum insanların, zavallı kadınların, çocukların acımasızca öldürülmesini, bölgeye amansız bir dehşet saçılmasını ise onlara adeta sözde kutsal bir ibadet gibi sunmaktadır. Kendileriyle aynı kitaba inanan, kendileri gibi Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul eden, aynı ibadetleri yerine getiren Katolikleri ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak göstermektedir. Aynı şekilde kendileri gibi Allah’a inanan, aynı peygamberleri sevip sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan, Hz. İsa’nın gelişini aynı şekilde büyük bir heyecanla bekleyen Müslümanları da mücadele edilmesi gereken bir topluluk olarak göstermektedir. Oysa ki Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar birbirlerine düşman değildirler; aksine Deccal’in desteklediği ateizme ve din düşmanlığına karşı birbirlerinin müttefikidirler. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler, aynı şekilde Allah’a iman etmekte, aynı peygamberleri sevmekte ve saymaktadırlar. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa veya Hz. Davud Yahudiler için ne kadar önemli ise, Müslümanlar için de en az o kadar önemlidir. Aynı şekilde Hz. İsa Hıristiyanlar için ne kadar önemliyse, Müslümanlar için de o kadar kıymetli ve kutsaldır. Tüm İslam alemi bindört yüz senedir bu kutlu peygamberin yeryüzüne ikinci kez gelişinin müjdesini vermekte ve büyük bir heyecanla bu tarihi olaya hazırlık yapmaktadır. Bunun yanı sıra Yahudilerin ve Müslümanların üzerinde yaşadıkları ve Allah’a hizmet ettikleri topraklar, Yahudiler için ne kadar kutsal ise, Müslümanlar için de en az o kadar kutsald?r. O halde savaş, karmaşa ve anarşi ortamı olması ve tüm ilahi dinlerin mensupları için kutsal olan topraklarda kan dökülmesi için meşru hiçbir sebep yoktur. Bu konuyu çok akılcı bir şekilde düşünmek gerekmektedir: Barış ve huzur içerisinde yaşamak neden Deccallik olsun? Neden Mesih’in gelebilmesi için yılarca yeryüzünde korku ve dehşet hakim olması, felaketler yaşanması gereksin? Neden Mesih gelene kadar barış olmasın, savaş sürdürülmeye çalışılsın? Yahudilerin üçte ikisi niye ölsün, neden aynı dine inanan insanlar birbirlerine düşman olup savaş açsın? Katolikler ve Müslümanlar neden Yahudilerin ve Hıristiyanların düşmanı olsun? Hıristiyan, Yahudi ya da Müslüman masum çocuklar neden haksız yere öldürülsün? Bunların hiçbiri için hiçbir makul gerekçe yoktur. Deccal huzuru, kurtuluşu, barışı, kardeşliği, sevgiyi, şevkati, merhameti insanlara Deccali hareketler olarak göstermektedir. Bu yolla Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları birbirlerine düşürerek hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Hıristiyanların dindar olmaları, Allah’tan korkmaları, peygamberleri, Hz. İsa’yı içten bir bağlılık ve büyük bir sevgiyle sevmeleri ve yeryüzüne ikinci kez gelişine hazırlık yapmaları çok güzel bir nimettir. Ama bu konuda Deccal’in oyununa gelmemeleri de son derece önemlidir. Milyonlarca Hıristiyanı körükörüne inandırmaya çalıştığı ve Hz. İsa’nın gelebilmesi için mutlaka oluşması gerektiğini öne sürdüğü şartlardan her biri, gerçekte Deccal’in insanlığı müthiş bir bozulma ve hüsrana sürükleyebilmek için kurduğu tuzaklardan ibarettir. Bu şekilde çok geniş bir kitleyi etkisi altına alarak terörü, şiddeti, anarşiyi adeta kilitleyecek bir sistem oluşturmayı hedeflemektedir. Tüm Hıristiyanların, bu durumun Deccal’in bir oyunu olduğunu açıkça görmeleri ve bu büyük tehlikeye karşı Allah’ın gösterdiği yola uyarak ve din ahlakının gereğine uygun şekilde karşılık vermeleri gerekmektedir. Deccal’in insanları bu gibi metodlarla aldatacağı, tüm peygamberler tarafından yaşadıkları toplumlara tebliğ edilmiştir. Yapabileceği en şeytani kandırma yöntemi zaten bu şekilde Allah ve din adına ortaya çıkarak, samimi dindarları etkilemeye ve birbirlerine düşürmeye çalışması olacaktır. Deccal’in bu bilgiler doğrultusunda değerlendirilmesi ve bu yönde kuracağı tuzaklara karşı uyanık olunması gerekmektedir. Deccal’in Bu Telkinleri, Tevrat ve İncil ile Çelişmektedir Deccal’in Eski Ahit’e bazı anlamlar yükleyerek, Müslümanlar ve Katolikler ile Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında bir savaş yaşanması, şiddet ve gerilim ortamının ayakta tutulması ve barışın engellenmesi gerektiği şeklindeki telkinleri, hem Yeni Ahit hem de Eski Ahit ile tümüyle çelişmektedir. Bu çarpık anlayış, Hz. İsa’nın Hıristiyanlara öğretmiş olduğu ahlaka tamamen terstir. Hıristiyanlığın temelinde sevgi, barış ve hoşgörü vardır. Matta İncili’nde Hz. İsa’nın öğrencilerine “düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” (Matta 5/44) dediği yazılıdır. Luka İncili’nde ise, Hz. İsa’nın “bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir” (Luka, 6/29) dediği bildirilir. Yeni Ahit’in hiçbir yerinde şiddeti meşrulaştıran hüküm bulunmamaktadır; masum insanların katledilmesi yönünde bir düşünceye ise kesinlikle yer yoktur. Hıristiyanlık bir sevgi ve barış dinidir. İncil’de Hıristiyanlara düşmanlarını bile sevmeleri, tüm insanlara iyilik yapmaları, kötülüğe karşı iyilikle cevap vermeleri emredilmiştir. İncil’e bakıldığında Hz. İsa’nın insanlara hep sevgi, barış ve dostluk tavsiye ettiği görülmektedir: "... Sakın kimse kötülüğe kötülükle karşılık vermesin. Birbiriniz ve tüm insanlar için her zaman iyiliği amaç edinin.” (Pavlus’un Selaniklilere 1. Mektubu, 5: 14-15) ... Kavgacı değil, uysal olsunlar. Tüm insanlara her zaman yumuşak davransınlar. (Pavlus’un Titus’a Mektubu, 3: 1-2) Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 12: 10) İncil açıklamalarında önemle üzerinde durulan bir başka konu ise ayrılıkların, çekişmelerin, husumetlerin ve çatışmaların ortadan kaldırılması ve ortak bir düşüncede birleşerek barışın ayakta tutulmasıdır: ... Hepiniz uyum içinde olun, aranızda bölünmeler olmadan aynı düşüncede ve aynı yargıda birleşin. (Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubu, 1: 10) Herkesle barış içinde yaşamak için elinizden geleni yapın. Ey sevgililer, hiçbir zaman öç almayın... (Romal?lara Mektup, Bap 12, 18-20) ‘Komşunu sev, düşmanından nefret et’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. (Matta, Bap 5, 43-44) Deccal’in şiddeti teşvik eden telkinleri, bazı Hıristiyanların kıyamet alametleri ile ilgili inançlarını dayandırdıkları Eski Ahit’le de çelişmektedir. “Kan dökenlerin telkinlerini dinlememek” ve “kötülük görmeye dayanamamak” (İşaya, Bap 33, 15) Tevrat’ta bildirilen hükümlerdir. Samimi olarak Allah’a iman eden Hıristiyanların ve Yahudilerin pek çok konuda yaşadıkları güzel ahlakı, kitaplarında yer alan bu hükümler konusunda da yaşamaları ve barışın savunucuları olmaları gerekmektedir. Tevrat’ta şiddetin ve zulmün kınandığı; barışın, sevginin, merhametin ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir: Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz... komşunun kanuna karşı ayağa kalkmayacaksın... Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu kendin gibi seveceksin... (Levililer, Bap 19, 15-18) Kötülüğü değil, iyiliği arayın ki yaşayasınız, ve böylece Rab, orduların Allah’ı, dediğiniz gibi sizinle beraber olur. Kötülükten nefret edin ve iyiliği sevin ve kapıda hakkı pekiştirin... (Amos, Bap 5, 10-15) Tevrat’ta bildirilen diğer bir hüküm ise “kan dökülmemesi ve salih insanların yurtlarına pusu kurulmaması”dır: Allah’ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu memleketinin içinde suçsuz kan dökülmesin ve senin üzerine kan olmasın. (Tesniye, Bap 19, 10) Ey kötü adam, salihin oturduğu yere karşı pusu kurma; onun yurdunu yıkma... Düşmanın yıkılınca sevinme, düştüğü zaman yüreğin mesrur (sevinçli) olmasın; yoksa Rab bunu görür... (Süleyman’ın Meselleri, Bap 24, 15-20) İncil ve Tevrat her ne kadar sonradan tahrif edilmiş olsa da, içinde Kuran ile mutabık bazı hak hükümler de içermektedirler. Samimi olarak iman eden Hıristiyanlar ve Yahudiler, Eski ve Yeni Ahit’te yer alan bu açıklamaları göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Aksinin, kutsal kitaplarına ters düşmelerinin yanında, Deccal’in amacına hizmet etmek olacağını görmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Deccal’in Ortadoğu’da ve tüm dünyada kan dökmek için yaptığı eylemlere, ancak güzel ahlakın savunuculuğunu yaparak engel olunabilecektir. Müslümanlar da Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar Deccal, Hıristiyanlara oynamak istediği oyunun bir benzerini Müslümlanlara da uygulamaya çalışmakta; yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgun çıkarabilmek için onları da etkisi altına almak istemektedir. Müslümanları da aldatarak, bu ortam içerisinde kendilerine yöneltilen şiddete şiddetle karşılık vermelerini teşvik etmekte ve böylece şeytanın kan dökme arzusunu yerine getirmek istemektedir. Diğer yandan Müslümanların kendi aralarında da terörü teşvik ederek onları kendi içlerinde de birbirlerine düşürmeye çabalamaktadır. Böylece korku ve dehşet ortamını giderek tırmandırmayı, masum insanların kanını dökerek yeryüzünü kendi ahlakını hakim edebileceği bir fitne ortamına çevirmeyi hedeflemektedir. Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi tüm Müslümanları bu tehlikeye karşı uyarmış, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını haber vermiştir: Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren dehşetli şahısları) ... beşerin hırs ve şikakından (ikiyüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri (insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca Alem-i İslamı (İslam alemini) esaret altına alır.14 Samimi iman sahibi Müslümanlar bu tehlikeyi görmeli ve Deccal’in oyununa gelmemelidirler. Her şeyden önce “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayeti gereği kendi aralarında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmelidirler. Bu konuda, yaşadığı dönemde müşriklerle dahi anlaşma yoluna giden Peygamberimiz (sav)’in ahlakını kendilerine örnek almalı; ihtilaftan, çekişmeden titizlikle kaçınmalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sav), müminlerin birbirlerine düşmeleri durumunda, Deccal’in etkisi altına girebileceklerini hatırlatarak Müslümanları böyle bir tehlikeye karşı uyarmıştır: O günlerde araları bozuk olan müminler Deccal’in hedefi olmaktan kurtulamazlar.15 Peygamberimiz (sav)’in bu sözünden Deccal’in fitnesinden korunmak isteyen müminlerin, tüm Müslümanların kardeş olduğu bilinciyle hareket etmeleri gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Kuran’da da iman edenlerin birbirlerine destek olup dayanışmaları, aksi takdirde yeryüzünde büyük bir bozulma ve kargaşa olacağı bildirilmiştir: İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73) Müslümanlar kendi içlerinde olduğu gibi, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı da Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde davranmalı, bu konuda da Deccal’in oyununa karşı dikkatli olmalıdırlar. Allah Kuran’ın pek çok ayetinde güzel ahlakın, iyiliğin, kötülüğe iyilikle karşılık vermenin önemini bildirmiş, Yahudilere ve Hıristiyanlara yani Kitap Ehli’ne karşı da, Müslümanların iyi niyet ve hoşgörü ile yaklaşmalarını buyurmuştur. Rabbimiz Kuran’da, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirmektedir. Müslümanlar Deccal’in bu yöndeki aldatmacalarına karşı da yine her zaman Kuran ayetlerine göre hareket etmeli, sabırlı, tevekküllü ve itidalli davranmalı, sevgiyle, şevkatle karşılık vermelidir. Allah Kuran’da müminlere kötülükle karşılaştıklarında dahi bu tavra iyilikle karşılık vermelerini şöyle bildirmiştir: İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34) Bu konudaki en güzel örneklerden biri Peygamberimiz (sav)’in göstermiş olduğu güzel ahlaktır. Hz. Muhammed (sav), Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. İslamiyet’in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı Etiyopya’daki Hıristiyan Kral Necaşi’ye sığınarak Hıristiyanlarla dostluk ve barış içerisinde yaşamışlardır. Peygamberimiz (sav)’le birlikte Medine’ye göç eden müminler ise, Medine’de yaşayan Yahudilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam’ın yayılış döneminde de, Arabistan’daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli’ne karşı hoşgörü ve adaletinin önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir. Medine Anlaşması’nın “Beni Avf Yahudileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Yahudilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir” hükmüyle, Müslümanların Yahudilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri hoşgörünün temeli de yine Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır. Müslümanların bu ahlakının bir başka örneği de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın hoşgörüsüzlük ve baskıyla dolu olduğu bir dönemde, Musevi cemaatlerine gösterdiği büyük toleransla tarihe geçmiştir. Tarih boyunca Müslümanların bu ahlakları, Yahudilerin zorluk ve sıkıntı içinde oldukları çeşitli dönemlerde İslam topraklarına sığınmaları ile neticelenmiştir. İspanya’dan haksız yere sürülen Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu kapılarını açmış ve yurtlarından çıkarılan binlerce Yahudiyi Osmanlı barındırmıştır. İslam topraklarında, Yahudiler ve Müslümanlar birarada, huzur ve güvenlik içinde kardeşçe yıllar boyunca yaşamışlardır. Osmanlı tebası içindeki Museviler de, Devlet-i Ali’nin kendilerine gösterdiği toleransı her zaman minnetle anmışlardır. Osmanlı yönetiminde aynı durum Hıristiyanlar için de söz konusu olmuştur. Hıristiyanlar da Osmanlı topraklarında hoşgörü, güvenlik ve özgürlük bulmuşlardır. 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana daimi bir çatışma ve kaos içinde kalmış olan Ortadoğu’da, Osmanlı yönetimi boyunca asırlar süren bir barış ve huzur ortamı kurulmuştur. Hıristiyanlar ve Yahudiler birbirlerinin dinlerini kabul etmemelerine rağmen, Osmanlı yönetiminin oluşturduğu bu hoşgörü ortamında karşılıklı diyalog ve uzlaşı içerisinde olmuşlardır. Osmanlı egemenliğinde Yahudiler sinagoglarında, Hıristiyanlar kiliselerinde, Müslümanlar da camilerinde Allah’a ibadet etmiş, üç dinin insanları barış içinde birarada yaşamışlardır. Peygamberimiz (sav)’in ve Osmanlı yönetiminin Kitap Ehli’ne göstermiş olduğu güzel ahlak, hoşgörü ve barış anlayışı tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Allah’ın Kuran’da “Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, “en güzel şekilde yapılacak bir mücadele”den asla taviz verilmemelidir. Aksinde Deccal’in istediği fitne ve kargaşa ortamının oluşacağı unutulmamalıdır. Müslümanların tüm bu esaslar üzerinde Kitap Ehli’ne saygı, sevgi ve anlayış ile yaklaşmaları ve yaşadıkları bu ahlak ile, onlara ayette bildirilen “ortak bir kelimede birleşme” çağrısını en güzel şekilde iletmeleri gerekmektedir: De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Al-i İmran Suresi, 64) Kuran ahlakının getirdiği bu sevgi ve hoşgörü anlayışıyla hareket edildiğinde, Deccal’in medeniyetleri birbirlerine düşürmeyi, kan dökmeyi ve tüm dünyayı büyük bir savaş alanına çevirmeyi hedefleyen oyunu Allah’ın izniyle bozulacaktır. Sahte İsa: Mesih Deccal Yazının başından bu yana anlatıldığı gibi Deccal, Hıristiyan toplumlarına Mesih’in ortaya çıkışı için suni birtakım kıyamet alametleri oluşturulmasını telkin etmekte ve bu suni alametleri gerçekleştirmeleri için onları teşvik etmektedir. Bu şartlar oluştuğunda ise Deccal, kurduğu sahte düzenin bir gereği olarak bu sefer de “Suni Mesih” iddiasını ortaya atacaktır. Hz. İsa’nın gelişinden önce pek çok sahte Mesih ortaya çıkacaktır ancak Mesih Deccal bunların en şiddetlisi olacaktır. Hadislerin işaretlerine göre Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından etkisi altına aldığı birtakım gruplar bu olayı organize edecek ve Deccal’i insanlara Hz. İsa olarak sunacaklardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in önce “peygamberlik”, bunun ardından da “sözde ilahlık” (Allah’ı tenzih ederiz) iddiasında bulunacağı şöyle haber verilmiştir: (Deccal) Çıktığı zaman ... herkes onu sahici bir mürşit sanıp peşine takılacak, sonra Küfe’ye gelince aynı şekilde çalışmalarını sürdürecek, derken peygamberlik iddia edecek... Bunu gören akıl sahibi kişiler ondan ayrılacaklar... Daha sonra uluhiyet (ilahlık) davasında bulunacak... Haşa “Ben Allah’ım” diyecek.... (Taberani bunu Sahabi olan b. Mu’temer’den böyle rivayet etmiştir.)16 O (Deccal) önce: “Ben bir peygamberim”, diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiada bulunarak: “Ben Rabbinizim” diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz...17 ... Şeytanlar ona: “Ne istersen söyle, yapalım!” diyecekler. O da: “Haydi gidin, insanlara benim onların Rabbi olduğumu söyleyin!” deyip her birini bir tarafa salacak......18 İmam Şarani ise Deccal’in sözde ilahlık iddiasıyla milletleri etkisi altına alacağını şöyle haber vermiştir: Deccal bir milletin yanına gelerek onları (kendi batıl yoluna) davet eder. O millet de Deccal(in ilah olduğun)a iman edip kendisine icabet ederler.19 Tüm bu bilgilerden Deccal’in insanlara kendisini önce yalnızca bir yol gösterici olarak tanıtacağı, sonrasında ise sözde Mesihliğini ve ardından ilahlığını (Allah’ı tenzih ederiz) ilan edeceği anlaşılmaktadır. Deccal, geniş kitleleri bu duruma ikna edebilmek için teknolojinin imkanlarından faydalanacak, en gelişmiş illüzyon hilelerini ve hipnoz yöntemlerini kullanacaktır. Bediüzzaman Said Nursi Deccal’in başvuracağı bu yöntemleri sözlerinde şöyle haber vermiştir: Büyük Deccal’in ispirtizma nevinden teshir edici (hipnotize edici) özellikleri bulunur... Sadece dünyayı maksad edinen bu münkir (inkarcı), mutlak inançsızlıktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata (kutsal değerlere) hücum eder. İşin hakikatini bilmeyen halk, bunu harikulade bir iktidar ve cesaret olarak görür.20 Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Deccal’in insanları aldatmak için yapacağı bu hileleri şöyle açıklamıştır: Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hadisatı nev’inden (hipnotizma ve cinlerle bağlantı şeklinde olaylarla) müthiş harikalara mazhar (sahip) olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbarane (zorla) suri (hakiki, ciddi ve samimi olmayan) hükumetini bir nevi rububiyet (Rablik, sahiplik) tasavvur edip Uluhiyetini (İlahlığını –Allah’ı tenzih ederiz-) ilan eder...21 Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, Deccal hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarda usta olacak, teknolojik hilelerle suni mucizeler göstererek kendisini insanlara sözde Hz. İsa olarak tanıtacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in göstereceği bu suni mucizeler ve bu yolla insanları nasıl etkisi altına alacağı şöyle haber verilmiştir: Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle bakayım! Eğer ben senin için ananı ve babanı diriltirsem benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek. Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun üzerine iki şeytan onun babası ve anası suretlerinde ona görünecekler...22 Bunun üzerine Deccal, başındaki şekavet (haydutluk, bedbahtlık) ehline: “Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem, benim uluhiyet (ilahlık) iddiası işinde şüphe eder misiniz?” diye sorar. 23 Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak o kişiyi öldürüp testereyle biçecek. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. Şimdi ben onu dirilteceğim...” diyecektir.24 Hadislere göre Deccal, sözde ilahlığını ilan ederken bunu delillendirmek için çeşitli hilelerle mezardan insan kaldıracak, insanlara kendisini ölüleri diriltiyor gibi gösterecek, alışılmadık ve aklın sınırlarını zorlayacak kitle şovları yapacaktır. Hıristiyanlar tüm bunların, Hz. İsa’nın gerçekleştireceğini düşündükleri mucizeler olduğunu sanacaklar ve böylece Deccal’in sözde ilahlığına ikna olmaları çok kolay olacaktır. Halkın büyük bir bölümü Deccal’in bu abartılı gösterilerinden etkilenecek ve onun gerçek Hz. İsa olduğuna kanaat getireceklerdir. Deccal’in buraya kadar anlatılan tüm bu oyunları Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, İslam alimlerinin izahlarında ve diğer dinlerin kutsal kaynaklarında Deccal hakkında verilen bilgilerle birebir mutabıktır. Bu bigiler ışığında Deccal’in organize ettiği faaliyetlerin Deccali hareketler olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların tüm bunları bilerek hareket etmeleri ve Deccal’in oyununa karşı çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Deccal, Hz. İsa’nın Gelişine Kadar İnsanları Aldatmayı Sürdürecektir Deccal, Mesih’in gelişine zemin hazırlama adı altında Hıristiyanları çok büyük bir aldanışa sürüklemeye çalışmaktadır. Hz. İsa’nın gelişine hazırlık yapmak elbetteki çok büyük bir hizmet, peygambere gösterilen çok güzel bir sevgi, saygı ve hürmet ifadesidir. Ancak Deccal bunu etkisi altına aldığı insanlara çok farklı yollardan; zulmü ve kan dökmeyi meşru göstererek yaptırmayı hedeflemektedir. Nitekim hadislerin işaretlerine göre Deccal’in bu yöndeki çabası, Hz. İsa yeryüzüne gelene dek de son bulmayacak, çevresine topladığı insanları Allah’a, dine hizmet, Hz. İsa’ya sadakat adı altında aldatmaya devam edecektir. Ne Deccal’in bu oyunlarının deşifre edilmesi, ne de Deccal’in oyununa gelerek terörü, şiddeti, savaşı ve kan dökmeyi körükleyen insanların uyarılması, Deccal’in durdurulması için yeterli olmayacaktır. Bir kısım Hıristiyanlar, tam bekledikleri tarzda iddialarla ortaya çıkmasından, beklenen zamanda zuhur etmesinden ve mucize olduğunu sandıkları birçok sahte harikalıklar göstermesinden dolayı bu uyarılara aldırmayacaklardır. Deccal’in fitnesi, taraftarlarının sayısı ve yaptıkları Deccali faaliyetlerin boyutları giderek daha da artacaktır (en doğrusunu Allah bilir). Ancak burada unutulmaması gereken, tüm bunların kaderde bu şekilde olduğu için yaşanacak olmasıdır. Ne Deccal’in ne de ona destek veren taraftarlarının kendilerine ait müstakil bir güçleri yoktur. Bir kısım insanlar Hz. İsa’nın gelebilmesi için gereken kıyamet alametlerini suni olarak kendileri hazırladıklarını düşünmektedirler; ama gerçekte bunları yaratan Allah’tır. Hz İsa'nın gelmesi için çaba gösterenler, istedikleri sonucu elde edeceklerdir. Hz. İsa gerçekten de gelecektir. Ama onun gelişi Allah dilediği ve kaderde bu şekilde belirlediği için olacaktır. Yoksa söz konusu kimseler kendi inançları doğrultusunda gereken şartları hazırladıkları için değil. Çünkü Allah’ın takdiri dışında hiç kimsenin böyle bir şeye güç yetirmesi söz konusu değildir. Aynı şekilde Deccal’in, Hıristiyanlardan bir gruba kendi isteklerini makul gösterip yönlendirmesi de yine Allah’ın takdir ettiği kaderde olduğu için gerçekleşmektedir. Yoksa Deccal tam tarif edildiği şekilde ortaya çıkmıştır ve tüm alametlerinden Deccal olduğu anlaşılmaktadır. Ama yine de kaderde böyle belirlendiği için, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından bazı kitleleri kandırmayı başaracaktır. Nitekim tüm bu uyarılara rağmen, Deccal yine kandırmaya ve oyununu oynamaya devam edecek, çevresindeki insanlar onun sahte yüzünü fark etmeyeceklerdir. Bu durum Hz. İsa’nın gelişine dek sürecek ve Hıristiyan cemaatleri ve diğer insanlar ancak gerçek Mesih’in ortaya çıkmasıyla bu gerçeklerin farkına varacaklardır. Gerçek İsa Mesih’in Gelişiyle, Deccal’in Fitnesi Tuzun Suda Erimesi Gibi Yok Olacaktır Deccal’in tüm oyunları ancak Hz. İsa’nın gelmesiyle bozulacaktır. Deccal, Hz. İsa’yı gördüğünde tuzun suda erimesi gibi eriyecek; bütün hileleri açığa çıkacak, halkın gözü önünde küçük düşecek ve büyük bir yenilgiye uğrayacaktır. Mesihlik iddiasıyla yaptığı tüm sahte mucizelerin birer aldatmacadan ibaret olduğu ortaya dökülecek; yaptığı bütün illüzyonlar, hipnotizmalar, teknolojik gösteriler, kitle şovları etkisiz hale gelecektir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in Hz. İsa vesilesiyle gerçekleşecek olan bu mağlubiyeti şöyle haber verilmektedir: Allah’ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa aleyhisselamı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa onu terk edip bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin Allah onu bizzat İsa aleyhisselamın eliyle yok edecektir.25 ... Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih İsa İbni Meryem’i gönderir... Hz. İsa Deccal ile Lüdde (Beytül Makdis’e yakın bir belde) kapısında karşılaşır ve onu yok eder.26 Deccal’in yenilgiye uğrayacağı yer ise hadislerde bildirildiği gibi Kudüs olacaktır. Hz. İsa yeryüzüne yeniden döndüğünde, Beytü’l Makdis’te (Mescid-i Aksa) Deccal’le karşılaşacak ve hadiste bildirildiği üzere “Hz. İsa’nın nefesi dahi Deccal’in fitnesinin yok edilmesine yetecektir”: ...O’nun (Hz. İsa a.s.’ın) nefesinin kokusunu duyan hiçbir kafirin ölmemesi mümkün değildir. Deccal’in yalancı olduğu etrafa dalga dalga yayılacaktır. Deccaliyet perişan olacak fikir sistemi yok edilecektir.27 ... Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih Meryem Oğlu İsa’yı gönderir... nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis’e yakın bir belde) karşılaşır ve onu yok eder.28 Günümüzde süregelen bazı gelişmelere göre Deccal, yenilgiye uğrayacağı bu yere şimdiden yerleşmiş durumdadır. Bazı belirtiler, suni şartlarla suni bir Mesih oluşturmaya çalışan taraftarlarının, Deccal’i, Mescid-i Aksa’nın altında oluşturdukları geniş tesislerde saklıyor olabileceklerini göstermektedir. Deccal’i destekleyen bu kimseler buraya mistik bir görünüm vererek, geniş kitlelere onun gerçek Mesih olduğu izlenimini vermeye çalışıyor olabilirler. ( En doğrusunu Allah bilir.) Deccal gerçek Mesih olan Hz. İsa’nın geleceği vakte kadar buradaki geçici mekanında kalacaktır. Fakat, Allah’ın izniyle buradaki mabedini inşa edemeden Hz. İsa vesilesiyle yok edilecektir. Deccal’in karşılaşacağı bu durum Kuran’da da “Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir...” (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle hatırlatılmaktadır. Bir başka ayette ise “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81) sözleriyle hakkın daima batıla karşı üstün geleceğinin haber verilmesi de yine, Deccal’in tüm oyunlarının eninde sonunda mutlaka bozulacağını göstermektedir. Samimi İman Sahiplerine Düşen Sorumluluk Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin gelişiyle birlikte, Deccal’in yeryüzüne hakim etmeye çalıştığı Allah’ın sonsuz gücünü kabul etmekten kaçınan felsefeler ve putperest inançlar tümüyle yenilgiye uğrayacaktır. Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte dünya savaşlardan, çatışmalardan, düşmanlıklardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulacak; insanlık barış, mutluluk ve huzur içinde bir dönem yaşayacaktır. Dolayısıyla hangi inancı benimsemiş olursa olsun, samimi olarak Hz. İsa’nın gelişine hazırlanan iman sahiplerinin, böyle bir ortamın alt yapısını oluşturacak çalışmalarda bulunmaları, her türlü ayrılığı ve çatışmayı engellemek için gayret etmeleri gerekmektedir. Samimi iman eden Hıristiyanlar, Deccal’in adeta bir zorunluluk olduğuna inandırdığı savaşı, kitle katliamlarını, kan dökmeyi teşvik eden sahte kıyamet alametlerinin, barış ve sevgiyi savunan Hıristiyan öğretileriyle hiçbir şekilde bağdaşmadığını ortaya koymalıdırlar. Bu düşünceyi savunan kimselere içerisinde bulundukları durumun yanlışlığı göstermeli, onları doğru olana çağırmalıdırlar. Sağduyu sahibi Hıristiyanların ve Müslümanların bu yöndeki gayretleriyle Allah’ın izniyle dünyanın pek çok yerinde tırmandırılmaya çalışılan gerilim engellenebilecektir. Kuran’da salih amellerde bulunan Yahudi ve Hıristiyanların Allah Katında ecirleri olduğu bildirilerek bu ahlakın gerekliliği hatırlatılmıştır: Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62) Unutmamak gerekir ki, Deccal’in bir kısım Hıristiyanlara telkin ettiği gibi savaşın körüklenip barışın engellenmesi her iki tarafa da büyük kayıplar, acı ve gözyaşı getirecektir. Samimi olarak iman edenlerin ittifak etmesi durumunda ise, Deccal’in yeryüzünü büyük bir savaş ortamına çevirebilmek için oynadığı oyun Allah’ın izniyle bozulacaktır. KAYNAKLAR: 1 Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyni el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, tarihsiz, s. 225 2 Sahih-i Buhari, Fiten 27 3 Şualar 4 Et-Tebrizi, Veliyüddin Muhammed bin Abdillahi’l-Hatibi’l-Ömeri, Mişkatü’l-Mesabih, (Dımeşk: 1382/1962, 3:38.2 5 (İmam-ı Ahmed. Ebu Davud. Hakim)(Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 99) 6 (Ebu Davud, Melahim: 14) (Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, s. 82) 7 İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 482 8 Sünen-i İbni Mace; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 493-494 9 Sahih-i Müslim, Cilt 8 – s. 500 10 Evanjelizm Beyaz Saray’ın Gizli Dini, İsmail Vural, s. 23 (Grace Hallsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War) 11 İbn-i Mace, 4075, 4076; Tırmizi, Fiten: 59, no. 2240, 4/510 12 Ebu davud, Fiten 4244, 2/497; İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fiten: 5, 8/591) 13 (Müslim) (Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 13) 14 Hizmet Rehberi, 86 15 (Hakim, Müstedrek, 4:529-530) Şaban Döğen, Hz. Mehdi ve Deccal, Gençlik Yayınları, 2. Baskı 16 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212 17 Sünen-i İbni Mace, 4077 18 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212-213 19 İmam Şa’rani, Ölüm Kıyamet Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 491 20 (Nursi, A.g.e., s. 513-515 (Hz. Mehdi ve Deccal, Şaban Döğen, s. 74-75) 21 Mektubat, s. 55 22 Sünen-i İbni Mace, 4077 23 Sahih-i Buhari, Cilt 15, s.6981 24 Sünen-i İbni Mace, 4077 25 (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34) 26 Hz. İsa ölmedi + Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104 27 Sünen-i Ibn-i Mace, 10/32 28 Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104 [YT]Er8ED-z3uzA[/YT]
Enoch (Hanok), Zulkarneyn ve Idris Enoch (Hanok), Zulkarneyn ve Idris Simdi asagida sundugum alinti olan ve benimde biraz sadelestirip biraz da turkcelestirdigim yazida belli temalara dikkat cekmek istiyorum. Goge seyahat, yecuc mecuc, sed, beyaz boga ve olmeden goge yukseltilme... Kehf Suresinde gecen Zulkarneynin Idris ve Hanok (Enoch) ile ortak noktalari: Kehf suresinde gecen olaylar Hz Musa ve bir alim (buyuk ihtimalle Hizir) arasinda gecen bir kac ilginc hikaye anlatir ve Zulkarneyn adinda alim bir kisiden bahseder. Biz de buradan hareketle Hz. Zülkarneyn’i tanımaya başlıyoruz. Demek ki bu kişi bir peygamber ya da o derecede salih bir kişi olmalıdır ki Kehf suresindeki ana konuda olsun. Ayrıca biliyoruz ki peygamberlerden bazıları, örneğin Yunus peygamber Kur’an’da, kendi adıyla anıldığı gibi bazen Sahibu’l-hut bazen da Zü’n-nun şeklinde anılmıştır. Zulkarneyn de başka bir ad ile Kur’an’da geçiyor olabilir. Az önce belirttiğimiz üzere, Meryem suresi de Kehf suresi paralelinde idi. Meryem suresi 88-93. ayetleri kanalıyla, Hristiyanlar tarafından ilah mesabesine getirilmiş olan Hz. İsa’yı konu edinerek “Allah’ın oğul edindiği” iftiralarına itiraz etmişti. Dikkatimizi çeken husus, Kutsal Kitap müfredatına paralel şekilde, göğe alınmış salih bir kul, aynen Hz. İbrahim gibi sıddık bir nebi olan, nimete ermiş İdris Peygamber’in, Kutsal Kitap’daki adıyla Hanok’un da bu arada anilmis olmasıdır. İdris Peygamber biraz da demircidir. Zira belli ki “göğe alınmış” olması nedeniyle o da, yani Hanok da Hz. İsa gibi tabulaştırılmıştır. Dolayısıyla Ehl-i Kitap’tan birileri Hz. Muhammed’e, göğe yükseltilmiş Hanok’u, yani Zulkarneyn’i bilip bilmediğini, biliyorsa nasıl bildiğini merak etmiş olmalılar ve sormuşlardır. Acaba Hz. Muhammed onu da Hz. İsa gibi bir peygamber ve bir salih kul olarak mı görmekte, yoksa daha üst bir mertebede mi kabul etmektedir. Kehf suresinde geçtiği üzere, Zulkarneyn, yani İdris Peygamber, yani Hanok semavi bir yolculuk yapmaktadır. Yolculuk bakımından Zulkarneyn’in eylemi Hz. Musa’nın Hz. Hızır’ı araması ve bilahare de Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın eylemleri paralellik arz eder. Metinde geçen “sebeb” kelimeleri nedeniyle bu yolculuğun semavi olduğu, manevi bir mirac olduğu düşünülebilir. O "sebeb" bir uzay araci da olabilir. Bakiniz Iskender Ture - Zulkarneyn. Zülkarneyn’in bu seyahatinin, sulak ve ağaçlarla gölgeli cennet ile kıraç ve örtüsüz cehennem tasvirleri sunan Apokriflerden Enoch (Hanok) Kitabı’ndaki verilerle benzer olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere Kur’an ehl-i kitabı nice kutsal metinleri ve kavramları gizlemiş olmakla suçlamaktadır. Mesela bu kitap enteresan bir şekilde, Mesihi temsil eden boynuzlu beyaz bir boğadan bahsetmektedir. Ölmeden göğe yükseltilmiş olmasına ve Apokrif kitapta “boynuzlu beyaz boğa” simgesiyle kıyamet tasvirinde yer alan Mesih’ten bahsetmiş olmasına bakılırsa halk tarafından Hanok , şefaati makbul bir kurtarıcı, belki İlya ve İsa gibi beklenen bir mehdi ve Mesih gibi algılanmış olabilir. Zülkarneyn’in Yecüc Mecüc’le anılması da yine Kıyamet olgusuyla ilgilidir ve Yecüc Mecüc Kutsal Kitap müfredatında mevcuttur. İşte bütünüyle Kehf suresi ve Zulkarneyn kıssası bozgunculuğu tarif etmekte ve bozguncularla mücadele yöntemlerinden bahsetmektedir. Zayıf ve çaresiz bir halk Zülkarneyn’e sığınarak kendisinden, ülkede bozgunculuk yapan Yecüc Mecücü durduracak, onlara engel olacak bir set kurmasını, gerekiyorsa bu hususta ücret de verebileceklerini söylerler.
Yakın tarihimizde yaşanan gerçek olaylar !!! Geldik yakın tarihimize !!! Yazacaklarım İsmail'li kızdıracaktır ama tarih yalan söylemez. Çok yakında belgelerle kurtuluş savaşımızı anlatacağım. Şimdi herkes biz bu tarihi çok iyi biliyoruz diyebilir. Birde benim ağzımdan dinleyin.... Çok yakında ...... Kalpleri fetheden renkler Yaşa Fenerbahçe Türkün kalbi senle atar Yaşa Fenerbahçe Mazinde bir tarih yatar Yaşa Fenerbahçe Ne mutlu seni sevene Yaşa Fenerbahçe